17 Haziran 2008 Salı

çiğ köfte

başlangıç için 300-400 gr. et yeterli olacaktır. et taze, yağsız (0 yağ) ve koyun eti olmalı. güvenilir ve iyi bir kasaptan temin ediniz. yeşillikler de iyi yıkanırsa, evde yapılmış çiğ köftenin sağlık için bir tehdit oluşturması beklenmez.

domates salçası (3 kaşık, +/- 1 kaşık)
biber salçası (3 kaşık, +/- 1 kaşık)
pul biber (2 kaşık, +/- 1 kaşık)
karabiber (2 tatlı kaşığı, +/- 1 kaşık)
çiğ köfte baharatı (2 tatlı kaşığı, +/- 1 kaşık)
tuz
kabuğu ile dilimlenmiş 1 limon (önce ikiye, sonra 4'e kesilmiş)
1 kuru soğan, ince doğranmış veya rende
2-3 diş kuru sarmısak, ince doğranmış

öncelikle bu malzemeler iyice karıştırılır, bütünleştirilir, bir tarafa toplanır ve aynı hacimde bulgur eklenir, bunu göz kararı yapınız.

çiğ köftenin lezzeti baharatı ve kıvamından gelir, etin fazla olması bence iyi bir özellik değil.

bulguru ekledikten sonra köfteyi köfteyle yoğurun, yoksa elleriniz tahriş olur. eğer ortamda bir erkek varsa o yoğurmalıdır, yoksa kıyma makinası kullanın, o da olur.

arada bir yarım çay bardağı su ekleyin, ne çok kuru olsun, ne de sulu.

baharat ve salça miktarını ağız tadı belirler, bir de rengine bakarak karar verilir. renk kahve ile kırmızı arasında olmalı. sonradan salça eklemek iyi bir fikir değil ama baharatı ve tuzu biraz su ile sonradan tadına bakarak eklemek mümkün, güzelliği de burada bence. yoğururken tadınca ve etraftakilere tattırınca çok güzel oluyor bu iş :)

taze soğan
taze sarmısak
1 çay bardağı zeytinyağı
bol maydanoz

bulgurun sertliği gidip de lokum gibi (evet lokum) olduğunda; çok ince doğranmış taze soğan, taze sarmısak eklenir, biraz bunlar da erisin, 1 çay bardağı kadar zeytin yağını ekle.

en son ince kıyılmış maydanozu ekle ve biraz daha yoğur. hepsi bu kadar.

kimyon koymaya gerek yok, çünkü baharatın içinde bulunmakta. ancak özel çiğ köfte baharatını bulamazsan bol kimyon koy.

servisten önce limonları çıkarmayı unutmayın.

16 Haziran 2008 Pazartesi

pancake, tava keki

1 bardak un
1 bardak süt
2 yumurta
2 kaşık sıvı yağ (bu miktar karışımın içine girecek. pişirme sırasında her defasında 1 kaşık daha lazım. ayçiçek kokusuz ve tatsız olduğundan ideal ama zeytinyağı da sorun yaratmaz, tereyağ lezzet katar ama ağır olur.)
1 tatlı kaşığı şeker (keyfe göre daha az ya da daha fazla olabilir)
çok az tuz (olabilir de, olmayabilir de)
1 paket kabartma tozu

pek çok denemeden sonra ulaştığım en iyi tarif bu oldu.

kabartma tozu koymadan karışım akşamdan hazırlanabilir ve buzdolabında sabah kahvaltısı için hazır tutulabilir. bu durumda 1 kaşık un ile kabartma tozu pişirme öncesi karıştırılarak, karışıma eklenir. kabartma tozu sonradan ve tek başına eklenirse erimiyor. muhakkak unla eklenmeli.

teflon tavaya 1 kaşık sıvıyağ gezdirilir, fazlası alınır, hafif ısıtılır, 1 kaşık karışım tavaya konur, üstüne 1 kaşık daha konur, hamur kendiliğinden yayılır ve son şeklini alır. büyük bir tavada aynı anda 3 kek pişirilebilir. üstü sünger gibi delik delik olup, kenarlar hafif kahverengiye döndüğünde çevrilir.

bu karışımla tava büyüklüğünde kekler pişirip, arasına krema sürülürek pasta bile yapmak mümkün.
---------
pişirirken homojen kahverengilik için yapılması gerekenler; teflon tavanın homojen bir şekilde çok az yağlanması ve kısık ateşte sabırla pişirilmesidir. yağı fırçayla sürmek veya damlatmak şeklinde bir yağlama söz konusu, yağı abartmaya gerek yok, sadece ilk seferde yağlamak yeterli. fakat her iki tarafı aynı renkte yapmayı ben de bilemedim. en son pişen tarafı alta getirmek suretiyle saklama yoluna gittim hep.
08.01.2008
(bkz: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=pancake/@auro)

13 Haziran 2008 Cuma

amores perros



"bizler aslında kaybettiklerimiziz"
"tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset"
gibi repliklere sahip bir film.

türkiye'de "paramparça, aşklar ve köpekler" adıyla gösterime girdi. ingilizce gösterim adı ise "love is a bitch". filmin adı, "aşklar ve köpekler" veya "aşk köpekliktir" olarak direkt çevrilebilir.

kara bir film.

meksikalı yönetmen alejandro gonzales inarritu'nun eseri. 2000 yapımı ve ilk gösterimi cannes'da gerçekleşmiş.

eğlence için değil sarsılmak için izlenebilir.

ece temelkuran

bana hep bu konuda ben de zaten böyle yazardım diye hissettiren, ama asla onun gibi yazamayacağımı da bildiğim yazar.

bu kadar sıklıkta, bu kadar derine, hem de görev icabı nasıl dalınır?
sonra oradan her defasında bir avuç toprakla nasıl çıkılır?
derine dalmayıp, yüzeyde gözlem yapmaya karar verdiğinde ise yükselmeyi nasıl başarır? büyük resmi çizerken boyaları nereden bulur?

hiç tanışmamış olanlar için yazılarından bir örnek: http://www.milliyet.com/2004/05/17/yazar/temelkuran.html

(bkz: ece temelkuran/@auro)

11 Haziran 2008 Çarşamba

jülide özçelik jazz istanbul volume 1

Jülide Özçelik, çok mütevazi, çok terbiyeli bir sese sahip. bu nedenle caza çok yakışıyor...

Albümdeki şarkılar, 5- 6 Nisan 2006’da Alp Turaç Müzik stüdyosunda Erim Arkman tarafından canlı olarak kaydedilmiş. Kadıköy Müzik Yapım tarafından çıkartılan albümdeki bütün parçaların düzenlemeleri Cem Tuncer’e ait. Albümdeki gitarları da çalan Cem Tuncer’e klavyede Genco Arı, kontrbas ve bas gitarda Kağan Yıldız, davulda da Ediz Hafızoğlu eşlik etmişler.

Hem canlı oluşunun etkisi, hem düzenlemelerin güzelliği, hem vokalin güzelliği, hem eşlik edenlerin ustalığı bir araya gelmiş ve güzel bir albüm olmuş. Volume 2, 3, 4... şeklinde devam etmesini arzu ettiğimden link vermiyorum.

1. Kendinle Kalırsın
Söz & Müzik: Julide Özçelik
2. Mecnunum Leylamı Gördüm
Söz & Müzik: Aşık Ali İzzeti, Aşık Veysel Şatıroğlu
3. Nisan Valsi (Doğaçlama)
Müzik: Julide Özçelik
4. Kara Toprak
Söz & Müzik: Aşık Veysel Şatıroğlu
5. Yalan Dünya
Söz & Müzik: Neşet Ertaş
6. Sıradan Bir Gün
Söz & Müzik: Julide Özçelik
7. Sebep
Söz & Müzik: Muharrem Ertaş
8. Anan Var Midur
Söz & Müzik: Cemile Cevher Çiçek
9. Geçti Dost Kervanı
Söz: Pir Sultan Abdal Müzik: Anonim
10. Bugün Neden Gelmedin
Söz & Müzik: Erhan Gündem

7 Haziran 2008 Cumartesi

istatistiksel proses kontrol

amaç sıfır hatadır. proaktif davranmak bu sistemin esasını teşkil eder.

abd'de 1924'de doğmuş bir modeldir. fakat abd o zamanlar ne üretse zaten sattığı için uygulama zahmetine girmemiştir.

ilk kez 2. dünya savaşı sonrası japonya'da uygulanmaya başlanmış ve japonya bu modeli diğer kalite modelleriyle birlikte din gibi benimsemiş, devlet eliyle ev hanımlarına dahi belletmiştir. (bkz: kaizen) öyle mükemmel bir adaptasyon uygulanmıştır ki japonya, ekonomik savaştan galip çıkmıştır. ne zamanki abd'de japon arabaları daha kaliteli ve ucuz oldukları için satılmaya başlanmıştır, abd'de de uygulanmaya başlanmıştır.

türkiye'de ise sadece uluslararası şirketlerde ve uluslararası şirketlerin tedarikçisi olan türk şirketlerinde gerçekten uygulandığı görülür.

uyguluyorum diyen diğer türk şirketlerinde ise sadece makyajdır, göstermeliktir. çünkü, bizim kültürümüzde vasatla yetinilir, vasata şükredilir, allah bin bereket versin denilir, çabalamayla çarık yırtılır denilir, olduğu kadar olsun denilir, kalite bol gelir.

kuş serisi arabalar için sıraya giren, parasını peşin ödeyen, rengi ne olursa olsun 6 ay sonra teslim almaya razı olmuş bir müşteri profili varsa eğer, işletmelerin ipk uygulamaları için bir neden de yoktur.
12.03.2008
(bkz: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=istatistiksel+proses+kontrol/@auro)

sıfır hata tartışmasına cevaplar

sıfır hata, istatistiksel proses kontrol ile mümkündür.

kalite kontrolden daha ucuzdur, maliyetleri düşürür.

ilk kez 1960'larda abd'de telaffuz edilmiştir, uygulayanlar vardır, ütopik değildir.

"kabul edilebilir kalite düzeyi" sisteme hata yapma özgürlüğünü tanır, nasılsa üretimin sonu ile fabrika çıkışı arasında bir yerlerde hata yakalanır diye bir rehavet çöker, kalitesizlik kabul edilir hale gelir, alışkanlık olur, kalitesizlik maliyeti görünmez bir sabit gider olarak yerleşir. oysa sıfır hata sistemlerinde ürün değil, ürünü üreten sistem kontrol edilir, hata meydana gelmeden önlenirse bir bakmışsınız sıfır hata ile üretiyorsunuz, hatanın gerçekleşmesi için gerekli olan durum ve nedenleri ortadan kaldırırsanız hata gerçekleşmez. olağandışı problemler olduğunda zaten proses alarm vereceğinden ciddi hataların önüne geçilir.

sadece üretim için değil insan kaynakları ve pazarlama dahil tüm prosesler için uygulanırsa ancak hedefler gerçekleşir. satamadıktan sonra sıfır hata üretmenin de pek bir anlamı kalmıyor. pazarlamanın da sıfır hata mantığı ile çalışması gerekir. iyi bir pazarlamacı, kötü bir ürünü satabilir, ama iyi bir ürün iyi bir pazarlama olmazsa stoklarda çürür.

bir de tabi bu sistemi işletecek yetenekte insanları işe alan, eğiten, maaşlarını ayarlayan, sıfır hata modeliyle çalışan bir insan kaynakları departmanı lazım.

aldıkları kararların en kötü senaryoya göre sonuçlarını düşünüp, sistemin en kötü senaryoyu kaldırıp kaldıramayacağını hesap ederek hareket eden sıfır hata yaklaşımını benimsemiş yöneticiler de lazım.

imkansız gibi görünse de imkan dahilinde olup, deneme-yanılmadan ve kalite kontrolden daha ucuzdur.
12.03.2008 09:07

istatistik bilen insanlara ihtiyaç duyulur. çünkü, prosesin alt ve üst kontrol limitlerinin doğru hesaplanması gerekir. prosesin bu limitler arasındaki doğal salınımının üründe bir değişiklik yaratmaması gerekir. eğer limitler doğru tayin edilmişse limitlerin dışına çıkan değerler olduğunda (olağandışılıklar, operator hatası, doğal afet, arıza gibi) ürün kalitesinin etkilenmesi beklenir. bu nedenle istatistik bilimi sıfır hata sisteminin bel kemiğini oluşturur.

sıfır hata, sistemin misyonudur, gerçekte de sıfır hata üretim yapabilirsiniz ama nasa kadar bütçenizin olması gerekir ve bir de tabi sizden roket üretmeniz beklenir bu durumda. ya da öyle bir bütçeniz varsa atomun çekirdeğini de parçalayabilirsiniz. bir halı veya tuvalet kağıdı üreticisinin ise sıfır hatayı amaçlayan bir sistem kurması ve sadece sıfır hataya yaklaşması yeterli olur.
12.03.2008 09:27

normal şartlar altında, her şey yolunda iken (voltaj düzgün, operator kalp krizi geçirme riski taşımıyor, deprem yok, sel yok vb) sıfır hata üretim yapabiliyorsanız, olağandışı/beklenmedik/önceden bilinmesi imkansız bir durumla karşılaştığınızda bunu en kısa sürede tespit ediyorsanız, zararın büyümesini engelleyebiliyorsanız sisteminiz sıfır hata ile çalışıyor demektir.

bu bir modeldir. bu modeli benimseyince üretim sıfır hata ile gerçekleşmez, sıfıra en yakın şekilde gerçekleşir, kalite kontrol maliyetleriniz düşer, çünkü problemin yaşandığı serideki ürünlerin hatalı olduğunu zaten biliyor olursunuz, dolayısıyla kaliteyi ucuza mal etme şansınız olur.

hammadde kaynaklı hatalara gelince o da sistem kaynaklı bir hatadır, beklenmedik değildir, önlenebilir. hammaddeyi temin eden, kontrol eden, üretime hazırlayanlar işi sallamıştır, hatalı hammadde sisteme girmiştir, beklenen de olmuştur. satın almanız "sıfır hata model elbise" giymemiştir.

en doğru donanım, en doğru yöntem ve en doğru operator ile çalışıldığında bile karşınıza ayı çıkma, başınıza taş düşme olasılıklarından dolayı üretim genellikle sıfır hata ile gerçekleşmez ama "sıfır hata model elbise" giydiğiniz için erken uyarılırsınız, erken uyanırsınız, bir de aynı şey bir daha olmasın diye oturur düşünürsünüz, tekrarını önlersiniz. çünkü bu sadece bir modeldir, elbisedir, giyeni prens/prenses yapmaz.

baştan, normal şartlar altında bile %3-5-10 hata oranı ile çalışırım, bu benim normalimdir diyebilirsiniz. bu da bir modeldir. kabul edilebilir kalite seviyesini benimsersiniz ve bunu iyileştirmeyi hiç düşünmezsiniz. fakat, birilerinin daha düşük hata oranı ile üretmesi, dolayısıyla daha ucuza mal etme ve daha düşük fiyata satma olasılığı da her zaman vardır.
12.03.2008 10:03

(bkz: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=sifir+hata/@auro)

iso 9000 standartına uygun yaşamak

iso 9000 kalite yönetim sistemi insan hayatına uygulanabilir. aşağıdaki adımlar izlenerek standart hayata geçirilebilir, ancak henüz kişilere böyle bir belge verilmemektedir.

iso 9000 özetle; müşteriye sözleşme imzalatmadan önce vaadlerde bulunmak, bu vaadleri zamanında ve eksiksiz yerine getirmeyi garanti eden bir sistemi kurmak ve vaadleri zamanında ve eksiksiz yerine getirerek müşteriyi memnun etmek olduğuna göre, kişi öncelikle müşterilerinin kimler olduğunu, sonra da vaadlerini tespit etmekle işe başlamalıdır.

adımlar:
* kalite politikasının belirlenmesi ve duyurulması
* kalite politkasını hayata geçirmek üzere kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerin belirlenmesi ve duyurulması
* satın alma, iş yaşamı, sosyal yaşam, eğitim-kişisel gelişim, aile ilişkileri (annelik-babalık-kardeşlik vb) , kaynak temini, temizlik-hijyen, beslenme, sağlık gibi hayati proseslerin tespit edilerek, proses yönetiminin uygulanması:
-bu proseslerin her zaman istenilen şekilde ve hatasız işlemesi için gerekli yöntemlerin belirlenmesi
-bu proseslerin sürekli izlenmesi, ölçülmesi ve analiz edilmesi için yöntemlerin belirlenmesi
-bu proseslerin kesintiye uğramadan çalışması için gerekli beslenme, aşılama, bakım, check-up ve periyodik muayenelerin gerçekleştirilmesi
*ihtiyaçlar doğrultusunda eğitim ve gelişim planlamasının yapılması ve planın uygulanması
*bütün proseslerin yani faaliyetlerin sonucunda ilişkide bulunulan insanların memnuniyetini ölçmek için anket veya ziyaretlerin gerçekleştirilmesi ve her türlü geri bildirimin incelenerek, analiz edilmesi
* iç denetim faaliyetlerinin yürütülmesi, bunun için objektif, güvenilir, eğitimli insanların tespit edilerek, görevlendirilmeleri (anne ve baba bu iş için uygun değillerdir, objektif değerlendirme yapacak insanlar denetçi olarak seçilmelidir)
* proses izleme ve ölçme sonuçları ile insanlardan alınan geri bildirim sonuçlarının, durum tespit raporlarının, sınav sonuçlarının, iç denetim sonuçlarının gözden geçirilmesi ve gerekli düzeltici -önleyici faaliyetlerin gerçekleştirilmesi
* gerekli kayıtların oluşturulması, arşivlenmesi (günlük, fotoğraf albümleri, eğitim ve denetim kayıtları, test ve muayene raporları, tutanaklar, mektuplar vs)
*sistemin el kitabının hazırlanarak ilişkide bulunulan insanlara imza karşılığı verilmesi, dağıtım listesinin ve revizyonların takibinin sıkı bir şekilde yapılması.

kişi "kalite politikası" nda, ben örnek bir vatandaş, anne-baba, insan olmayı hedefliyorum, sevgilimi/karımı/kocamı/ailemi mutlu etmeyi, çevreme faydalı, vatana, millete hayırlı olmayı ve sürekli iyileşmeyi hedefliyorum gibi şeyler diyebilir ve buna uygun bir sistem kurabilir.

fakat, kişi kalite politikasında, ben kendimi mutlu etmeyi amaçlıyorum, alemin kralı olmayı, her türlü hazzı yaşamayı ve bu alanda sürekli iyileşmeyi hedefliyorum, dertsiz, tasasız bir insan olmak istiyorum derse, sloganı da ağlama-ağlat olursa bu kişiye, hedeflerini gerçekleştirirken çevreye verdiği zararın minimize edilmesi için birlikte iso 14000 belgesi alması da önerilir.

politikasını şeffaf ve dürüstçe kamuoyuna duyurduğu ve buna uygun bir kalite yönetim sistemini yürüttüğü sürece bu insan iso 9000 standartına uygun yaşamaktadır diyebiliriz. bu durumda müşterileri mazoşist insanlar olacaktır ve bu onların problemidir.

kalite politikası da dahil yazılan her şey değişen şartlara göre ve daha iyisi bulunduğunda revize edilmelidir.

eşten, dosttan gelen geri bildirimler ve şikayetler uygunsuzluk sebebi olabilir, iyi incelenmelidir. örneğin; sevgilisini memnun etmeyi hedefleyen bir kişi, partnerin çeşitli yöntemlerle ve periyodik olarak memnuniyetini sorgulamalı, olumsuz sonuçlar varsa düzeltici –önleyici faaliyetlerle uygunsuzluğu giderme yollarını aramalıdır. sonuçlar partnerin memnuniyetsizliği giderilene kadar izleme, ölçme yöntemleri ile takip edilmeli ve kayıt altına alınmalıdır.

(bkz: iso 9000 standartına uygun yaşamak/@auro)

livin blues

1967'den 1975'e kadar hollandalı grup almanya, polonya, belçika, italya, isviçre ve ingiltere'de çaldı. kendilerine özgü bir harman ile boogie, rock, blues icra ettiler. grubun lideri nicko christiansen müzik yaşamına himalaya grubu ile devam etti. armonika çalan john lagrand ise water adında başka bir grupla devam etti. nicko 2005'de tecrübeli blues sanatçılarını bir araya getirerek lbx, living blues xperience' i kurdu. bu gün eski güzel günlere dönmüş olarak belli başlı blues ve rock festivallerine katılmaktalar.

1976, blue breeze albümü bence bir başyapıt:

1. shylina
2. back stage
3. midnight blues
4. pisces
5. bus 29
6. blue breeze
7. pick up on my mojo
8. that night
9. black jack billy
10. shannon
11. punk funk
12. roses
13. rock&roll hoochie coo
14. will you still love me tomorrow
15. doomsday night
vokaller: maggie mcneal, margriet eshuijs, john fredriksz
gitar: ted oberg
bas: andre reijnen
davul: jacob vanheiningen
klavye: martin agterberg
http://rapidshare.com/files/120798689/LIVIN_BLUES.BLUE_BREEZE.rar.html
(bkz: livin blues/@auro)

tony joe white

blues ve rock sevenlerin seveceği bir müzisyen/gitarist. albümlerinde alt yapılar çok özenli ve sesi çok karekteristik. blues'a en fazla yakışan seslerden olduğuna karar verdim.

one hot july albümü pek güzel.
1. crack the window baby
2. gumbo john
3. across from midnight
4. goin' down rockin'
5. cold fingers
6. i want my fleetwood back
7. i believe i've lost my way
8. don't over do it
9. the delta singer
10. ol' black crow
11. one hot july
12. conjure woman
13. selena
http://www.tonyjoewhite.com/ http://rapidshare.com/files/120612958/TONY_JOE_WHITE.ONE_HOT_JULY.rar.html

5 Haziran 2008 Perşembe

normal doğum

görülme sıklığının (gelişmiş ülkelerin aksine) türkiye'de giderek azaldığı doğum şeklidir.

doktorlar için yorucu, zaman alıcı, riskli ve düşük kazançlıdır.

hastaneler için normal doğum daha düşük fatura tutarlarını işaret eder. daha az ilaç, daha az sarf, daha az yatış süresi (ort. 1 gün) anlamına gelir ki tercih edilmeyen bir durumdur.

anneler içinse tam bir soru işaretidir. doktorların kitaplarda yazan ameliyat endikasyonlarını esnetmeleri sonucu, anne adayları normal doğumdan soğur ve sonunda hastanın tercihi sezaryendir denilir.

bebek içinse artık çok gelişmiş teknolojiler kullanıldığı için hiç bir risk taşımamaktadır. bebeğin kalp atışı çok kolay takip edilebilmekte, usg ile anne karnındaki pozisyonu izlenebilmekteyken normal doğumun bebek için bir risk taşıdığı iddia edilemez.

herşey yolunda iken sezaryenin tercih edilmesi tıbbi olarak anneyi riske sokar; enfeksiyon riski, anestezinin olumsuz etkileri, emzirmenin gecikmesi, annenin bebeğiyle iletişiminin gecikmesi gibi. ancak normal doğum yapması, kitaplarda açıkca yazan nedenlerden ötürü risk taşıyan annelerin, kesinlikle sezaryene yönlendirilmeleri ve normal doğumda ısrarcı olmamaları gerekir.

sezaryen; endike olduğu durumlarda hem annenin, hem bebeğin hayatını kurtarır ve sakatlıkları önler. gelişmiş ülkelerde sezaryenin daha az yapılmasının nedeni malpractice yasalarıdır. endikasyonsuz ameliyat yapan doktorlar ciddi cezalar alabilirler. hiç bir doktor bunu göze alamayacağı için kitapta ne yazıyorsa o uygulanır. ne hastane sahibinin, ne hastanın, ne de doktorun keyfine göre karar verilmeyip kurallar uygulanır.
18.02.2006
(bkz: normal doğum/@auro)

primum non nocere

bu cümleyi, günde en az 50 koroner anjiyografi işleminin yapıldığı, günde en az 5 kalp cerrahilik vakanın çıkarıldığı bir özel hastanenin invasiv kardiyoloji kliniğinde gördüm. hem latince, hem türkçe olarak. "önce, zarar verme" demekmiş.

koroner anjiografi işlemi tansiyon ölçmek kadar rutinleşti. işi yapanlar çok deneyimliler, elleri hızlı, çok hızlı yaşlanıyorlar, çünkü maruz kaldıkları şua sınırların üzerinde. ama karşılığını alıyorlar. herkes alıyor. trilyonluk faturalar kesiliyor her ay bağkur'a, emekli sandığı'na. bütün invasiv girişimlerin sayısı çok fazla aslında. artroskopi örneğin. o da çok basitmiş gibi algılanıyor. ve mümkünse dizine ve kalbine girilmemiş insan kalmasın görüşünde bütün tıp dünyası. ne de olsa en kesin teşhis yöntemleri. içine girip bakmak gibisi yok. röntgen, mr, laboratuvar, klinik bulgular vs. bir yere kadar.

bütün bebekler göbekten kesilerek çıkarılsın, doğmasınlar. 35 yaşın üstünde herkesin vücuduna en az bir kez girilsin, bakılsın, diz, mide, kalp farketmez... ama hala bağırsak enfeksiyonundan bebekler ölebilir, ya da kanser geç teşhis edilebilir ya da ağzında sağlam diş kalmayabilir insanların, ayak mantarı normal kabul edilebilir. yeter ki büyük, küçük önemli değil bir cerrahi girişim daha olsun. numaratör atsın. bu sistemde günah keçileri doktorlar ama onların suçu yok, türkiye bütçesine eşit bütçeleri olan dev şirketlerin stratejilerine karşı koymak yeldeğirmenleriyle savaşmaya eş. sağlık, silah sektörü kadar büyük ve 3. dünya savaşına ilaç, tıbbi sarf malzemesi veya teknoloji üreten firmalar neden olacak. asıl kavga onların arasında çünkü. her yere yazın "önce, zarar verme" diye. neye yarar...
12.08.2006
(bkz: primum non nocere/@auro)

3 Haziran 2008 Salı

anne baba tuzakları

geçici neticelerin alındığı, orta ve uzun vadede çocuklara ve ilişkilerine zarar veren tuzaklar. kortizon tedavisi gibi yaklaşımlar...

oysa çocuk büyütmek çok makro bir proje ve kısa vadede düşüneceğiniz tek şey sadece akşam ne yiyeceği olmalı.

1. kurtarıcı olmak
yapamadığı problemin cevabını vermek, ödevini yapmak, çocuk öğrensin diye değil de yüksek not alsın, anne-baba gurur duysun diye yapılır. ödevin sponsoru olmak, gerekli teknik desteği sağlamak ile ödevi yapmak ve yardımcı olmak arasında ciddi farklar var. yapamadığı problemi muhtemelen anlamamıştır, cevabı söylemek yerine, soruyu anlamasına yardımcı olmak en faydalı yaklaşım olurdu.

"otur biraz daha çalış" yerine sorumluluğu ona vermek ve rahat davranmak lazım. standartları düşük tutup, elde ettiği başarıları alkışlamak ve gururunu okşamak, kısa vadede anne-babanın gururunu okşayacak sonuçları getirmez ama gelecekte rahat ettirir, gülümsetir. ne istediğini bilen, onu mutlu edenin ne olduğunu bilen ve ne yapması gerektiğini bilen bir insanın evladınız olması güzel olurdu. bunun gerçekleşmesi içinse, imdat dediğinde yardımına koşan bir süpermenle büyümemesi gerekir. tembel ve mükemmeliyetçi bir kişilik yaratılmak isteniliyorsa kurtarıcısı olun.

2. hadilemek
hadi, hadi kalk, hadi yat, hadi tv kapat, hadi bilgisayarı kapat, hadi çalış, hadi ye, hadi bakalım çabuk ödevinin başına...
beraberinde edilgenlik, yorgunluk ve tükenme getiren sadece yetişkinlerin takıntılarını besleyen tuzak. edilgenlik yer yer direniş ve çatışmaya da dönüşür. birileri ona ne yapacağını söylüyor nasılsa rahatlığı içinde fazlasıyla yayan ya da huzursuz, gergin, çatışan bir tip olur. hadi dedikten sonra kalkıp denileni yaptığında yetişkin çok rahatlar ama uzun vadede iş çok zor.

3. bağırmak
korkudan denileni yapar evet, çünkü mücadele gücü yok henüz. siner. modeller. bağırarak çözme kolaycılığına o da sık sık sığınır. güvensizlik yaratılır. üstüne üstlük suçluluk hissedilip, gönül almalar başlıyorsa çocuğu psikopatlığa hazırlıyorsunuz demektir. tutarsızlık ölümcül bir günah, her şeyi mahvetmek için daha fazlasına gerek yok.

4. rüşvet
belki de en geçici sonuç alınan tuzak. ayrıca en az etkili olanı. ben zaten bunu hak etmiştim diye düşünmesine yol açar. minnet duyacağını beklemek boşunadır. ödevini yaparsan televizyon seyredebilirsin, dondurma yiyebilirsin... nereye kadar etkili olabilir, daha ne kadar rüşvete gücünüz yetebilir? havuç-sopa yaklaşımı ile hayvan eğitilebilir ama insanlarda uzun vadede çok iyi sonuç vermiyor. üniversitede, okul başarısı karşılığında 4x4 istemesi ve verilmediğinde protesto etmesi, okulu bırakması çok mümkün. bütün ailenin ruh sağlığını bozmak için en etkili yol rüşvete alıştırmak ve rüşvetsiz kılını kıpırdatmamasını sağlamak.

5. kötülemek
aşağılamak, "sen zaten..." le başlayan her türlü negatif yaftayı yapıştırmak...
sadece özgüvenini yıkmakla kalmaz, bütün benliğini de sarsar. o da "ben zaten... " diye kendini kötülemeye başlar. ve zaman içinde öyle de olur.

6. tehdit etmek
hele de gerçekci olmayan tehditler, bacaklarını kırarım, bütün oyuncaklarını kapının önüne koyarım, senin annen olmam, giderim başka çocukları severim gibi... travma tehdidi savurarak travma yaratma tuzağıdır. söylendiği an korkar ve itaat eder fakat sonra uyanır. hem tutarsızlık, hem güvensizlik, hem korku yarattınız. aferin, kendinizle gurur duyun.

7. yakınmak
dolaylı öfkenin çocuğa boşalması. toleranssız, her şeyden şikayetçi olan, bokuyla kavgalı bir anne-baba modeli. en agresif, en kızgın olduğumuz zamanlar kendimize kızdığımız zamanlar oysa. önce kendimize toleranslı olalım, önce kendi tuzaklarımıza düşmeyelim, kendimizi affedelim, kendimize iyi davranalım, sonra da yakınmayı bırakalım, özellikle çocuklara... sizin kirli sokaklarınıza girmeye hazır değiller henüz.

not: ne tarihini, ne de öznesini hatırladığım bir konferanstan notlar.

(bkz: ruh sagligi bozuk birey yetistirme rehberi)
(bkz: http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=ruh+sagligi+bozuk+birey+yetistirme+rehberi/@auro)

2 Haziran 2008 Pazartesi

giovanna d'arco

fabrizio de andre'nin jean d'arc için yazdığı şarkısı. pippa bacca'nın "gelinler seyahatte" projesine ilham veren şarkı.

orijinali joan of arc olup, leonard cohen'e ait olan şarkıya, fabrizio de andre aslına oldukça sadık kalarak italyanca sözler yazmış. artık bu şarkı jean d'arc'dan ziyade pippa bacca'yı ve onun son yolculuğunu anlatıyor. picca'nın bu şarkının sözlerini projesini anlatmakta kullanması ve şarkının sözlerindeki metaforlar bu yolculuğun sonunun nereye varacağını sanki önceden haber vermiş gibi, sanki her şey kaderin bir oyunu gibi...

jeanne d’arc karanlığın içinde atını sürerken,
alevler onu takip ediyordu
zırhını ve pelerinini aydınlatacak bir ay yoktu
onun bu sisli gecesinde, yanında olan hiç kimse yoktu

bu savaştan yoruldum artık (dedi)
eski günlere döneyim
bir gelinlik ya da herhangi beyaz bir şey
göz yaşına veya zafere doğru olan bu yolculuğumu gizlesin diye

duymak istediklerim senin sözlerin
her gün atını sürerken seni izlerdim ve içimde bir şey,
biliyorum çok istiyor öylesine soğuk bir eroin zaferini, şöhreti yakalamayı

ve kimsin sen? oyunda kendi kendini eğlendirir gibi söylemişti
kimsin sen? benimle böyle saygısızca konuşan
gerçekten de ateşle konuşuyorsun
ve ben senin yalnızlığını seviyorum,
senin bakışlarını seviyorum

ve sen ateşi biraz serinletirken
ellerin o anda herhangi bir şeyi tutmakta (sıkmakta) olacaklar
ve susarak, o içeride tırmanışa geçmişti
gelin olmanın kendince, en güzel şeklini sergilemek için

ve ateşli yüreğinin en derinlerine
o, jeanne d’arc’ı aldı ve sarıp sarmaladı
ve herkesin üstüne, yükseğe
beyaz giysisinden nafile kalanları astı

ve ateşli yüreğinin en derinlerine
jeanne’i ve işaretinin içindekini (?) aldı
ve sonra açık ve net olarak anladı ki
eğer o (erkek/tanrı) ateşse, o (kadın/insan) da odun olmalıydı

onun acısının ürkütücülüğünü gördüm
onun ışık saçan bakışlarındaki onuru gördüm
aşkı ve ışığı da görmek isterdim
ama, her zaman böylesine zalimce ve kör edici mi olmak zorunda?
14.04.2008

orijinal sözler için (bkz: giovanna d arco)

http://rapidshare.com/files/119492932/fabrizio_de_andre_-_giovanna_d_arco.mp3.html

estrella morente




endülüslü flamenco şarkıcısı.
mükemmel bir gırtlak ve aslına sadık düzenlemeler...
mi cante y un poema (şarkılarım ve bir şiir) albümünü ve
volver soundtrackinde yer alan şarkısını öneririm.